bilinmeyene bir mektup
11.01.2021
Sıradanlaşmış olarak sana kaç kere
yazdığımı unuttum. Artık hatırlayamıyorum seni, yavaşça, aylar içinde yıllar,
yıllar içinde birkaç anı, anıların içinde de sen gittin, kayboldun. Biliyorum
şuan sana yazmamın ne kadar anlamsız ve sığ olduğunu. Seni tanıdıktan sonradan
beri ne kötü şey yaşadıysam uzaklardaki sana sığındım, sen hissetmedin belki,
belki de hissettin. Hep acaba aklının ucundan geçiyor muyum diye düşünmüşümdür,
hala düşünmüyorum. Bir aralar senin gibi biri ile asla tanışamayacağıma ve aslı
aynı hisleri hissedemeyeceğime inanmıştım, hala inanmıyorum.
Herkesin hayatı ağırdır bana göre.
Bazılarının evreninde yer çekimi dünyada olduğu gibi bir değildir sadece.
Olayın bundan ibaret olmasının kimine göre konu ile hiç alakası yoktur oysa,
çünkü onlar çoktan tutunuyordur. Bir açıdan da kendimin çok fazla tutunduğuna ve
kendimi kurtarmak için nefes nefese bile
kaldığıma yemin edebilirim ki normalde olması gereken bu mudur aslında ?
Durumun sadece sen olmadığını
anladığımda her şey için çok geçti, kanıma işlenmişti bir kere. Babaannemin
annesinde beyin küçülmesi varmış, sadece eski şeyleri hatırlama hastalığı imiş.
Bunu daha yeni öğrendim ve kafamda şimşekler çaktı ardından biri yıldırım gibi
çok yakınıma düştü. Acaba bende bu hastalıktan mı muzdariptim. O kadar farklı
ve acayip miydi ? Sanki lise yıllarıma hapsedilmiş gibi hissediyordum.
Üniversiteye giderken bile aklım benimle oyunlar oynuyordu. Kapıdan girdiğimde
o hiç tanımadığım ve tanıyamayacağım sınıfta bir tek sen varmışsın gibi, kapıya
saygı gösteriyordum. Çünkü hak ettiğini sanmıştım. Gerçekte ve anılarda o kapıyı
kapatırken kapı hep hüzünle gıcırdıyordu, her seferinde bir kere olsun arkama
bakmamı sağlıyordu. Şimdi ise o çok sessiz ve arkamdan hep umutla bakıyor. Onun
duygularının değişmesi de tabi ki hemen olmadı, çok uğraştım. Ve asıl beni yoran
şeyin de bu olduğunu çok sonradan öğrenecektim, çok küfürler etmiş olacaktım
ona.
Ölüme yaklaşmanın beni senden
uzaklaştıracağını hiç düşünmemiştim, ta ki kaza yapana kadar. Aklımdan geçmediğin
anın sadece kaza anında olduğunu kazadan birkaç gün sonra farkettim. Ve buradan
bir çıkış yolu bulabileceğim fikrine kapıldım. O zamanlar normal bir insan
olduğumu düşünmüyordum. Sonra bir gün ölüme kendi isteğim ile yaklaşmak istedim
fakat yapamadım, yapamayacağımı biliyordum. Bu olaydan sonra benimde herkes
gibi normal biri olduğumu hissetmeye başladım, daha sonrada olacaktım. Yani
bilemiyorum ve şüpheleniyorum, başından beri normal miydim ?
Bir şeyin olmamasının da bir nimet
olabileceğini küçüklüğümden beri biliyordum, çünkü böyle öğretilmişti. Çünkü
sadece varoluş yoktu bu sıçtığımın dünyasında yok oluş denen gevşek ve yavşakça bir şeyde vardı.
İnsanları kalpsiz dostları gibi sırtından yavaşça ve soğukça sızıp sırtını
yolan bir şeydi ve izi uzun sürelerce kalabiliyordu. Bu bizim çocukluğumuzda
olan cipslerin içinden çıkan kağıt, kalitesiz, hemen soyulan ve kanser
yapabilen geçici dövmelere bile benzemiyorlardı. Çok daha kötüsüydü bunlar.
Oğuza Atay abimizin anlattığı gibi etrafımda tanıdığım tutunamayanın sadece ben olduğunu düşünüyordum. Keşke hayatım boyunca öyle düşünüyor olsaydım. Günlerden bir gün hava soğuktu, annemin giyme artık şunu dediği, yine annemin tabiri ile üzerimde eriyen sweatimi giymiştim o gün. Arkadaşımın arka bahçede bilim programını andıran güzel bir mekanı vardı, oraya gitmiştik. Söz de bilim yapacaktık, ama muhabbet ediyorduk sadece. Birden telefonum çaldı. Kuzenimdi, çabucak gelmemi ve babama da haber vermemi söyledi. Gidip yengemi öyle bulunca kanlar içinde, ilk bakışta etrafımdaki tutunamayanın yengem olduğuna hemen karar kılmıştım. Amcamı kapıda görünce kollarımla sardım onu, bağırıyordu ‘ne oldu ‘ diye. Herkes, tüm sülalemiz olay yerine ilk ben geldiğim için direkt beni buluyordu. ‘ne yapmış’, ‘ölmüş mü’, ‘kuzenlerin nerede ‘ sorular art arda geliyordu, bense cevap vermek yerine hepsini amcama yaptığım gibi kollarıma alıyordum. Bayılanlar, çığlık atanlar, içeri girmek isteyenler. Sanki o gün yengemin kendini öldürmesi ile tutunduğuna inanmıştım fakat çok sürmedi o inanış. Bazende ben tutunabileyim diye kendini feda etmiş olabileceği fikrine kapılıyordum.
Zor günler geçirmiştim. O aralarda
tekrar uçmuştun aklımdan, ölümün sayesinde sanırım. Çünkü yine yaklaşmıştım
ölüme. Neredeyse bir sene olacak yengemin ölümünden. Ve sana geçen aya kadar
ulaşamamıştım. Çoğu aşk hikayelerinde olduğu gibi ölüm mü ayırmıştı bizi ? Yoksa
her şey bir oyun muydu ? tehlikeli olanından… Yine ölüm mü birleştirecekti
acaba bizi diye düşünürken, dedemin aniden ölmesi doğal ve normal bir işaret miydi
?
Bence sorular insanı hayata bağlayan
yapıtaşlarından en önemlileri. Onlar olmasaydı bu zamana kadar hiçbir insan
ampulü, yer çekimini, uzayı, masayı, çakmağı, televizyonu ve ardından
kumandayı, sandalyeyi, kalp rahatsızlıkları için kalp pilini, küllüğü, önlüğü,
ve bıçağı bulabilir miydi ? Bulsa bile bunları kötü emeller için
kullanılabileceğini biliyor olur muydu ?
İnsanlar kalp diye bir organın
varlığını ilk öğrendiklerinde, ilk gördüklerinde, onun bir insana ihanet edip
öldürebileceğini biliyor muydu ? Dedemde bilmiyordu, bilmek istemiyordu
belki de. Bilmek istememekte kalplerin zoruna gitmişte olabilir. Ve oda yıllar
önce kendini imha edeceğinin ilk sinyalini vermişti aslında. Her şey bundandı.
Kendi elmalarının içindeki kurtlar
olduğumuzdandır ki, odama geçmiş oturuyordum. Elimde birkaç ders notu onları
anlamayı başarabilecekmiş gibi okuyordum. Bu kadar çaba yüzünden de
uyuyakalmıştım. Yine o telefonlardan biri gece içinde, herkesin uyuduğu vakit
acı acı çalıyordu. Hastaneye gittiğimizde yolladığımız ambulans hala
gelmemişti. Dedemi gördüğümde kalbini tutuyordu, yıllardır onun varlığına
inanmayan adam o gün tüm gücü ile neredeyse onu göklere çıkararak ona saygı
duyuyordu. Bunun için artık geç olduğunu dedemde biliyordu biz de biliyorduk
fakat denemekten kim ölmüştür ki. Ağrısı olduğu için birkaç dakika konuşabildik
ama o konuşmada bile hayata tutunduğunu en edebiyatsız insan bile anlardı. Bir
anda ortalık karıştı, annem ağlayarak çıktı yanından. Tam yarım saat hiç nabız
alınamadı ama yine başardı ve kalbi bir anlığına kendini imha etme arzusundan
vazgeçtiğini düşündürmüştü dedeme ve bana. Başka bir hastaneye aldılar dedemi
ve bir gün sonra yine telefon çaldı. O sırada memleketimi tepeden gören bir
yerde acı çekiyordum. Dedem, babamın babası, ölmüştü.
Ölümlerden ölümlere aklıma gelmenin kendim için bir başarı olduğunun kanısındayım. Her zaman seni sevmiş olmamın, sana ulaşmanın dışında başka bir amacı olduğunu düşünen ben, hayatının her anında yanında olabileceğimi düşünen bir sen ile iki dost gibi muhabbetler edebileceğimiz hayatlara…
Yorumlar
Yorum Gönder